Öne Çıkanlar

Vücut Gelişiminde Makro Besinlerin Rolü ve Figüranlar

Zihinsel ve duygusal sağlık için stresi azaltmak önemlidir. Beslenmenin, vücut geliştirme sürecinde rolü büyüktür. Makro besinlerin dengeli tüketimi; kas kazanımı, yağ yakımı ve performans artışını destekler. Öğün planlaması protein tüketimini optimize etmeli. Çeşitli gıdaların kullanımı ve yeterli su alımı sağlıklı bir yaşam için gereklidir.

Vücut Gelişiminde Makro Besinlerin Rolü ve Figüranlar Read More »

Enheduanna, Tarihin İlk Yazarı, İlk Şairi, İlk Gökbilimcisi Kadını

Yüzük parmağı işaret parmağından uzun olanlar erkek beynine sahip oluyormuş. Yüzük parmağınız işaret parmağınıza eşit ya da yüzük parmağı daha kısaysa dişi beyinlisiniz. Tıp bu şekilde söylerken biz buradan yola çıkıp nasıl sorgulamalar yapabiliriz bakalım. Tek maaşlı ailelerde evde kalıp çocuğa kimin bakacağı için kısa çöp çekmek yerine küçük yüzük parmağı mı çekiliyor? Ya da kısa işaret parmağı olan yöneticiler daha mı yetenekli oluyor? Parmakların oranındaki farklılığın beyni etkilemesi ve kadın ve erkek beyni olarak ikiye ayrılan beyin kavramı da ilginç. Ben bu durumu burçlardan karakter analizi yaparken tutturulamayan karakterler için yükselen burçlara başvurulmasına benzetiyorum. İşin aslı insanlar en çok bilinmeyenden korkuyor ve nesneleri sınıflandırır gibi insanları da sınıflandırıyor. O kadar çok kıstas var ki sınıflandırırken ben sadece kadın ve erkek arasındaki kıyasla devam ediyorum. Kadınlar mı daha zeki yoksa erkekler mi? Belki de erkek beyinli kadınlar daha zekidir? Acaba anneliğin kutsallığından, başarılı erkeğin arkasındakilerden dem vurulurken kadınlar aslında değersizleştirildi mi bunca yıldır? Okyanusun büyük balığı olan erkekler kalemi çaldılar ve hayatın anayasasını yazdılar. Yazdıkları kitaba şöyle bir bakarsak, gelmiş geçmiş en iyi yazar William Shakespeare’ı orada bulabilirsiniz. En zeki insanı diye baktığınızda Einstein size dilini uzatır. En iyi komedyen bir kadın değildir. Gelin biraz ciddi olalım ve tarihteki eli kalem tutan kadınlardan bahsedelim. Hatta bunların içinden bilinen ilk yazardan ve şairden, yazdığı çivi yazısı olduğuna göre eli çivi tutan kadından bahsedelim. Doğum yılı M.Ö 2285 olan Enheduanna (Yani “Enheduanna” Nanna’nın en Parlak Rahibesi/ baş rahibesi), ay tanrısının baş rahibesi ve tarihin ilk bilinen şairi, yazarı, ilk gökbilimcisi. Tahılların ne zaman ekilip biçileceğini, önemli dini bayramların zamanını belirlemekle sorumluymuş. Bunu yapabilmek için yıl boyunca gökte Ay’ı ve konumlarını izlemiş, Ay takvimini hesaplamış. Bir yandan da mevsimlerin ve Güneş’in kaydını tutarak Dünya’nın güneş yörüngesindeki hareketine daha uygun olan ikinci bir takvim hesaplamış. Erkekler eline kalem alıp da daha birşeyler yazmamış. 40 yıl baş rahibelik yapmış Enheduanna, sürgün edilene kadar 42 ilahi 3 destansı şiir yazmış ve öldükten sonra yüzyıllar boyunca yazdığı ilahiler ve destansı şiirler dilden dile dolaşmış ve hatta tanrılarla aynı seviyeye kadar çıkarılan ve hürmet edilen bir kadın olmuş Enheduanna. Şiirleri 500 yıldan fazla süre kopyalanmış, incelenmiş. Bu şiirler eski ahit’i, homeros’un destanlarını ve hristiyan ilahilerini etkilemiş. Babası, ismi “gerçek kral” anlamına gelen Sargon, MÖ 2330’da, Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bereketli toprak Mezopotamya’da dünyanın ilk imparatorluğunu kurmak için isminden de anlaşılan bu meşruiyetten faydalanmış. O ve varisleri dünyaya askeri dayanıklılıktan çok daha fazlasını kapsayan bir güç anlayışını miras bırakmış. Yalnızca savaşları kazanarak veya düşmanlarına korku salarak değil, aynı zamanda düzen getirerek, adalet dağıtarak ve halkın korkuyla karışık bir saygı duyduğu tanrıların yeryüzündeki temsilciliğini yaparak da kendilerine itaat edilmesini sağlamışlar. Çivi yazısı M.Ö 3500’de yani Enheduanna’dan 1200 yıl önce bulundu. Bu yazı genelde defter tutma ve kopya çıkarmak için kullanılmış. Eski sümer kültürüyle yeni Akad medeniyetinin kültürünü birleştirmeyi amaçlayan Enheduanna. iki kültürün mitolojisini birleştirip 42 ilahi yazmış. Her mezopotamya şehri bir tanrı tarafından yönetiliyormuş. Bu yüzden 42 şehir tanrısı için 42 ilahi yazmış, şehirlerin tanrılarının katkılarını övmüş ve diğer tanrılarla ilişkilerini yazmış. Bir zamanlar hissiz olan tanrıları insanlaştırmış. Artık tanrılar acı çekiyor, savaşıyor ve seviyorlarmış. Enheduanna’nın yaptığı en değerli katkı ise, evrene kıvılcım saçan kutsal ve kaotik enerjiye sahip olan savaş ve tutku tanrıçası Inanna’ya yazdığı şiirdir. Inanna her tür cinsel anlatımda övülmüş ve o kadar güçlü addedilmişti ki fahişe, hadım ya da karşı cinsin kıyafetlerini giyen hizmetkarları gibi cinsiyet sınırlarını aşmış. en güçlü tanrı olarak Panteonun en tepesine yerleştirilmiş. Inanna’ya övgüleri, bir yazarın ilk kez ben zamirini kullandığı, ve yazının derin ve özel duyguları aktarmak için bir araç olduğu bir ilktir. Yaşadığı dönemin en yetenekli insanı mıydı Enheduanna, orası bilinmez ama dünyanın ilk imparatorunun, dönemin en güçlü insanının kızıydı. Bu yüksek ayrıcalık yüzünden, kadınlara yüzlerce hatta binlerce yıl sonra verilen haklara fazlasıyla sahipti. Tüm bu ayrıcalıklar maalesef bir zorbanın gelip kendisine tacizde bulunmasını engelleyememiş. Babasına karşı isyan başlatıp tahta geçen, kız kardeşinin kocasının kendisine yaptığı taciz ifşasını yazmış bir kadın Enheduanna: ben, baş rahibe enheduanna, senin hizmetinde kutsal tapınağıma girdim.ayin sepetimi taşıdım, neşenin şarkısını seslendirdim.bana (ayin yemeği yerine) cenaze adakları verildisanki ben hiç orada yaşamamışım gibi.ışığa yaklaştım,ışık beni aleviyle kavurdu.o gölgeye yaklaştım,fırtına beni sardı.bal ağzımdan zehir döküldü.ruh dindiren melekelerim söndü. ah sin, an’a lugalan’dan ve benim kaderimden bahset!an geri alsın kaderimi!sen an’a söyledin mi, an beni azat edecektir.bu kadın lugalan’dan bahtını söküp alacak,yabancı diyarlar ve sel ayaklarının altında serili.bu kadın da haşmetlidirve kentleri titretir.öne çık ki benim için derin öfkesini dindirsin. ben enheduanna, sana bir dua edeceğim.sana kutsal ınanna,gözyaşlarım özgürce dökülüp mey olsun!bırak ona “selam” edeyim!aşimbabbar için kaygılanma.lugalan kutsal an’ın arındırmalarını ve her şeyini değiştirdi,eanna tapınağından an’ı çekip çıkardı.huşu göstermedi an-lugal’acazibeleri karşı konulmaz, güzelliği sonsuz tapınağı,harabe bir tapınağa dönüştürdü.bir eşmiş gibi önümden girerken,gerçekten hasetle bana (baldızına) yanaştı. ah hiddetli vahşi ilahi ineğim, def et bu adamı, zapt et bu adamı!ilahi dayanağın mabedinde, ben şimdi neyim ki? Unutmamalı ki, yaşadığı dönemden nerdeyse 4000 yıl sonra, günümüzde hala tacize ve tecavüze ses çıkaramayan, kimseye söyleyemeyen, baskılanan insanlar var. Dünyanın her yerinde bebeklerine ilk masalları kadınlar anlatıyor. Benim sanırım ilk duyduğum masal annemin bana bebekken söylediği ninniydi: Fış fış kayıkçı, kayıkçının küreği, hop hop eder yüreği, … Peki ya ilk şair Enheduanna neler yazdı? Alın size bazı şiirleri: bir ejderha gibi saldın ülkenin her yerineağzından saçılan zehri,şimşek gibi gürledin yeryüzündeağaçlar ve bitkiler ve bilcümle yaratıksecdeye vardı önünde. sen taşkın bir selsin dağlardan inen,ah, her şeyden önce gelen,ay tanrıçası inanna, cennetin ve dünyanın tanrıçası!ateşin kıvılcımlar saçıyor ve sıçrıyor halkımın üzerine.bir hayvana binmiş hanım,an sana üstünlük veriyor, kutsal buyruklarve sen işte böyle davranıyorsun.bütün büyük ayinlerimizde sen varsın.ama kim anlayabiliyor ki seni gerçekten? enheduannaçeviri: ayten mutlu İNANNA VE AN Sen taşkın bir selsin dağlardan inen,Ah, her şeyden önce gelen,Ay tanrıçası İnanna, cennetin ve dünyanın tanrıçası!Ateşin kıvılcımlar saçıyor ve sıçrıyor halkımın üzerine.Bir hayvana binmiş hanım,An sana üstünlük veriyor, kutsal buyruklarve sen işte böyle davranıyorsun.Bütün büyük ayinlerimizde sen varsın.Ama kim anlayabiliyor ki seni gerçekten?  Kaynaklar: https://www.worldhistory.org/Enheduanna/ https://web.archive.org/web/20150905134608/http://www.cddc.vt.edu/feminism/Enheduanna.html

Enheduanna, Tarihin İlk Yazarı, İlk Şairi, İlk Gökbilimcisi Kadını Read More »

Yoga, Hımhımlama ile Gerçekleşen Mucize?

Öğretmen tahtaya bakıp yazacağı denklem için önce uygun bir yer arar. Her seferinde boş tahtanın farklı yerinden yazmaya başlamak daha keyifli olabilir ama öğretmen her zamanki yerinden başlayıp yazar bilmem kaçıncı dereceden bilinmeyenli denklemi. Test çözmenin de başka bir keyfi vardır; matematiğin yabancısı şıkları yerine koyar ve doğru sonucu bulabiliyor mu bakar. Bazıları da kendince formül üretir. İki üç tane soruda doğru cevabı yakalamışsa da bulduuğu formülünü geçerli kabul eder. Ben hayatımda matematik dersi özelinde buna benzer örnekler gördüm, kimisini de bizzat kendim yaptım. Hangi konuda nasıl bir formül ürettiğimi şu anda hatırlamıyorum ama matematiği hiç de kötü olmayan biri olarak merak ederim bazen, ya gerçekten de bir formül bulduysam? Gauss da zaten ilkokuldayken bulmamış mıydı ilk formülünü. Gauss’un aksine benim formülümü hatalı bulunmuştu. Hocam daha sonraki yıllarda Matematik dalında Nobel ödülü almadığına göre benim bulduğumu düşündüğüm matematik formülünü alıp kendisi ilgili makama başvurmamış diye düşünüyorum. Bir de aynı cevap kağıdını her sınavda bir yukarı kaydırıp testleri puanlayan hocalar vardı. Hocaların tembelliği nedeniyle bulunan bu hesaplama yöntemiyle bir sonraki sınavın sorularının cevaplarını önceki sınavdan bir soru eksik olarak biliyordum. Her sınav için ayrı soru cevapları hazırlamamak için böyle metodu bulanlar tembel insanlar acaba ilkokul çocuklarından kendisini kimlerin hackleyeceğini merak etmiş midir? Göz bebeğini oksijenin ilk defa yaktığı andan itibaren merakla bakan, iletişim kurmak için bilmediği dili öğrenen bir varlığın fabrika ayarları meraklı, önyargısız, fikirsiz, gözlemleyici ve sürekli öğrenici oluyor. Deneyimlerek öğreniyor, deneyimleyemediklerinin karşılığı olarak da başkasının ağzından çıkanları koyuyor. Sonra hiç deneyimlemeden oluşan düşünceyi, yaptığı filme ya da diziye yediriyor. Yazdığı kitaptan size kabul etiriyor ve bu yanlış bilgi, virüs, insan beyinleri arasında seyahat ediyor. Fikirleri yıkmak zordur, sigarayı bırakmak kadar zordur(hiç kullanmadım ama duyduğuma göre çok zormuş), şekeri bırakmak kadar(bunu ben yaptım işte ama başta hurma ve bilimum meyveler de olmak üzere o kadar tatlı var ki eksikliği hissedilmiyor), cuma günü iş çıkışı trafiğinde köprüyü bir dakika geçebilmek kadar, çocuğuna herşeyi bir tek onun bilmediğini anlatabilmek kadar, anne babaya her konuda onların haklı olmadığını anlatabilmek kadar zordur. Size bir konuda bilgi vereceğim. Bu bilgiyle sağdan soldan edindiğiniz yanlış fikirlerinizi yıkmaya çalışacağım. Sözüne çok güvendiğim bir arkadaşın değil, bizzat bu konuda eğitmen olduğumdan kendi cümlelerimi kuracağım. Yoga nedir? Çok stresliyim. Gel yogaya gidelim iyi gelir. (oturulur, gözler kapatılır, hım hımmmm sesleri çıkartılarak meditasyon yapılır) Bu tür repliği ilk defa burada duymamışsınızdır. Hayatında hiç yoga yapmamış birinin duyduğu ya da fikirsiz birinin hazırladığı bir yayında buna benzer şeyler görebilirsiniz. İnsanların tahmin etme metodlarından birisi vardır ki bunu kullanmanızı isteyeceğim sizden. Mesela çocuğunuzla kitapçıda dolaşıyorken çocuğunuzun size hediye olarak bir oyuncak almak istemesi ve parasının üstünü de sizden tamamlamasını istediğinde, her ne kadar bu oyuncağa bayılacağınızı söylese de oyuncağı kendine istediğini tahmin edebilirsiniz. Size şöyle bir bilgi vereceğim; yoga ülkemizde bulunmadı, yani ilk yogayı öğrenenler Hindistan’a gitti ve günümüzde de hala çoğu yoga eğitmeni dünyanın farklı yerlerine eğitim almaya gidiyor. Şimdi tahmin etme sırası sizde. Acaba oturup, gözlerini kapatıp hımhımlamayı öğrenmek ve başkalarına da etkili bir şekilde yaptırabilmek için ülkemizdeki eğitim kaynağı bitti de bu yüzden mi bu kadar masraf, emek vb harcanıyor ve uzaklara gidiliyor. Yoga, farklı alt kollardan oluşan bir sistem. Size teknik olarak çok detaya girip de zaten hali hazırda bulabileceğiniz şeyleri anlatmayacağım ama özetleyeceğim. Yoga sistemi, kendinize ve çevrenize karşı saygı duymanızı amaçlar. Sağlam kafa sağlam vücutta olmalı der ve hem kafanızı hem de vücudunuzu ve sağlığınızı sağlama almak için yöntemler sunar. Binlerce yıl önce icat edilmiş ve hala hiçbir değişikliğe uğramadan öğretisini herkese ulaştırmaya çalışır demek isterdim ama bu da doğru değil. Birkaç yüz yıl öncesine kadar meditasyon üzerine yoğunlaşarak günümüzde populer bir terim haline gelen mindfulness uygulamasının temelini oluşturan yoga zihin sağlığı üzerine ortaya çıkmışken zamanla fizik tedavide kullanılan yöntemlerden, pilatesten ve benzer metodları kullanarak kişinin sadece kendi bedenini kullanarak yapabileceği duruşlar ve hareketler de katarak kapsamını genişletmiştir. Hatta calisthenics’te yapılan çoğu pozu yogada da bulabilirsiniz Günün sonunda amaç, hem zihinsel hem de bedensel olarak güçlü ve dengeli bireyler oluşturmak. Yogada yapılan hareketlerin çoğu benzerliği yüzünden adını hayvanlardan almış. Bu hayvan pozlarında da genelde eller ve diz veya ayaklar yerde oluyor. “Başını dik tut evlat” öğüdü eğer her daim yer seviyesine göre başın diğer organlarına göre en yukarı seviye olsun olarak algılanırsa, bazı pozlarda maalesef kalça, baş seviyesinin çok çok üstünde, en üstte olabiliyor. Bu pozlar da yoga yapanları ya da yapmak isteyenleri aşağılamak isteyen kişiler için malzeme oluyor. Ne kadar komik görünse de ya da insanı küçük düşüren bir poz olduğu düşünülse de yoga da yapılan yüzlerce farklı pozun her biri vücudun farklı kısımlarını çalıştırır. Bu çalıştırılan kaslar, ağırlık kullanılarak çalıştırılan kasların iç kımında bulunur ve güncelik yaşamda çok fazla çalıştırılmazlar. Bu bölgelerin yoga ile güçlendirilmesi vücudun diğer kas grubunun gelişmesini hızlandırır. Ters bir hareket ettiğinizden sakatlanma riskini en aza indirirsiniz, çünkü ters, düz yamuk tüm hareketleri vücudunuzu şifalandıracak şekilde yoga pratiklerinde yaparsınız. Daha geç yaşlanırsınız. Şimdi diyebilirsiniz ki vücudumuz genç kalsa da yaşadığımız hayat zihmizi yaşlandırdı. Travmalar, problemler, kötü deneyimler ya da hayata tutunmanızı zayıflatan neler varsa, bunlarla başa çıkabilmeniz için güçlü bir zihin sağlığınız olması lazım. Yapılan çoğu araştırmalar meditasyon çalışmalarının zihin kapasitesini arttırdığı gibi, travmalarla başa çıkabilmek için büyük katkı sağladığını ispatlamıştır. Bir de nefes pratikleri var ki, bu pratikler hem zihinsel hem de fiziksel etki eden pratiklerdir. Her canlının hayatı boyunca alıp vereceği nefes sayısı bellidir derler. Doğada da hızlı nefes alıp verenlere kıyasla yavaş nefes alan canlılar daha uzun yaşadığı gözlemlenebilir. Bu yazdıklarımı okuyorken nefesinizi nasıl aldığınızı mı kontrol ediyorsunuz:) Derin nefes alın ama acele etmeyin. Bırakın iç organlarınız, zihniniz, vücudunuzu dolaşan oksijenin tadını çıkarsın. Verdiğiniz nefesle de keşkelerinizi atın zihninizden ve şimdi alacağınız nefesle, ileride geriye bakıp, iyi ki yapmışım diyeceğiniz bir şeye ilk adımınızı atın.

Yoga, Hımhımlama ile Gerçekleşen Mucize? Read More »

En İyi Kore Dizisini İzleyebilmek için için Yanıyor Yanıyor Bu Gönlüm

Farklı günlerde olsa da bana seçme şansı verilse adının hakkını veren Pazar günleri olan pazarları severim. Cumartesi gününden hevesle ağaçtaki vişne, kiraz kovaya toplanır ve ertesi gün pazarda kazanılacak parayı sayarak uykuya dalınır. 1-2 kova ile gidilip yerleşilir mahalle pazarına ve reçel yapacak müşterilerden ilkinin karşısına çıkmasıyla seçim yapma anı gelmiş çatmış olur: En son kaça olur? Bu soruya verilen cevap o günü ve sonrasını değiştirir. Eğer kovadakiler düşük fiyattan satılırsa, reçelciler taşıyabildiğini satın alır ve kısa sürede para cebe atılır yola çıkılır ya da indirim yapılmaz ve pazarın sonuna kadar daha fazla para kazanılır. Çocuğun seçimi kolaydır. Bir kaç saat sonra evde televizyon karşısında TRT’de yayınlanan programa dalınır 80’lerde. Seçim şansının olmamasının dayanılmaz farkında olmayışında ekranda ne varsa izlenilir. Sonra güç sahibi yaparlar çocuğu, ikinci bir TV kanalı hizmete başlar. Acaba alternatifin olması her zaman seçim yaptığımız anlamına mı gelir? Mesela günümüzde binlerce televizyon kanalı, televizyona alternatif farklı platformlar, sinemalar, tiyatrolar var. Bu kadar seçenek içinde de kararsız kalıp arkadaşlarımızın tavsiyelerine başvuruyoruz, yetmediği durumlarda internette forumlarda yazan öneriler arasından seçimler yapıyoruz. Seçenekler arttıkça bizim yerimizi sayıyı en aza indiren Netflix gibi yeni yayın platformları kapımızdan giriyor. Seçimlerimiz, iyi yapılan seçimleri seçmenin ötesine gidemiyor mu? Seçme ve seçilme derken gideceğim yer seçme hakkımı kullanarak yaptığım birkaç Kore dizisini size anlatmak olacak. Bu günlerde benim için güzel bir Kore dizisinin en önemli özelliği, eşimin de ilgisini çekebilecek ve benimle izleyebilmesini sağlayabilmesi. Ama öncesinde, Kore dizileriyle tanışmam ve beni kendisine çekmesi ise, tiyatro sahnesindeki gibi oyuncuların tepkilerinin büyük ve abartı olması, kimbilir belki de Kore sokakları büyük bir tiyatro sahnesidir. Konu bulmakta da zorlanmıyor Kore sineması. Sürekli birilerinin dünyayı kurtardığı, aşkın ne kadar büyük olduğunu anlatabilmek için cinselliğin süresinin o kadar uzatıldığı filmlerden sıkıldıysan da iyi bir tercih olabilir. Ha bu arada öpüşme süresinden arttırılan süre ağlama sürelerine fazlasıyla ekleniyor. O göz yaşları dinmek bilmiyor. Yeşilçam’ımızda bakışların durdurduğu zaman yine burda karşımıza çıkıyor ama bizdeki gibi göze zum, göze yakınlaş gibi değil. Bizdeki, “hayır Nalan yalan söylüyorsun!” ve sonrasında gelen tokat yerine burada şiddeti genelde kadınlardan ve yaşlılardan görüyoruz. Şiddet dediysem de sevgilerini gösterme şekli olarak. Bu tür sevgi gösterme şekli, “köftem benim” denilmek suretiyle torunun neresine erişildiyse çimdiklenmek suretiyle kurulan sıcak bağ bildiğim çoğu ailede de var. Bu yönüyle, Sarıyer’de deniz manzaralı evde kalan fakir ailenin karakterlerinden daha çok ortak ya da nostaljik konu bulabiliyorum. Bu yönünü bizim sinemacılarımız da çoktan keşfetmiş olmalı ki, bizim hayatımıza da çok fazla Kore dizilerinden uyarlanan yapımlar girmeye başladı. Hadi dizileri anlatmaya başla dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bunu duymuştum; çok yorgunluktan ya da bir yaştan sonra insanlar olmayan sesler duyabiliyormuş. Size ilk bahsedeceğim dizi Start-up. 2020 yılı yapımı bir dizi. Anne babası ayrılan torununu mutlu etmek için evinde bir süreliğine kalan yetim ama finans dahisi çocuktan torununa mektuplar yazmasını isteyen babanne, mektubu yazan ismi olarak gazetede gördüğü sıradan bir ismi, çocuk yaşta matematik olimpiyatını kazandığı için gazetede adı çıkan bir çocuğun ismini, yazar. Yıllar geçer ve bu kız mektup arkadaşını ilk aşkı beller ve ilişkilerinin hiç biri uzun sürmez. Zengin biriyle evlenen annesiyle kalan kız kardeşi, babası öldükten sonra babannesiyle kalan kızımız, zengin olan finans dahisi yetim çocuğumuz ve gazetede adı geçen ve geliştirmekte oldukları start-up ile şirket olmaya çalışan matematik şampiyonu çocuğumuz. Mühendislik okuyan erkek prototipi kesinlikle çok başarılı ve ianandırıcıydı, izlemesi de o kadar keyifliydi.. Oyuncular, karakterler, konunun işlenmesi, günümüz girişimcilerinin hayatının içinden romantik bir dizi. Tadı damağımda kaldı. Aklıma gelmişken, Parazit filmini henüz izlemediyseniz mutlaka izleyin. Bir diğer dizi I am not a Robot. İnsan alerjisi olduğu için insanlardan uzak duran bir zengin adam ve eski sevgilisi tarafından kendi yüzü model alınarak yapılan robotun yerine geçen kızımız. Sözde makine öğrenimi ile kendini geliştiren robot gibi davranmaya çalışan ve tepkilerini bu şekilde vermeye çalışan bir insanı izlemek keyifliydi. Adamın nedense enerjisinde bazen yapmacıklık hissettim ama diğer kadro başarılıydı. Bu iki diziden favorim Start-up kesinlikle. Bu iki diziyle motive olunca bana önerilen diğer dizileri teker teker açtım. İlkini 2 bölüm izledim ama birşey sürüklemiyordu. Sonra başkasını açtım ama yarısına gidemedim. Bütün güvenim kayboldu. Artık kendi başımaydım. Nasıl ve neye göre seçecektim. İç güdüsel olarak sadece introlarını izleyerek karar vermeye çalıştım. Bazılarına yine şans vermek istedim ama hiçbiri yüzümü güldürmedi. Neye bakıyordum peki girişlerinde? Karakterler çok salaksa es geçmek her zaman doğru olmuyor. Önceden de dediğim gibi karakterler abartı görünse de iyi işlenmiş konular çıkabiliyor. Sağdan soldan uçuşan çizimler pek hoşuma gitmiyordu ama bu da şaşırtabilirdi. Ama bir yerden başlamam gerekiyordu ve ilk bu uçuşan kalitesiz çizimli introları eledim. Bu arada Start-up’ın introsu basit ama vintage ve göz zevkine hitap ediyordu. Sadece introsu cezbetmişti bile. Böyle introlara bakarken, tavsiyelerde en üstlerde olan ama kapak fotoğrafı çok ilgimi çekmeyen bir dizi ile devam etmeye karar verdim. İntrosu güzel bir masal kitabının çizimleri ile başlayan dizi, bu karakterlerin animasyon karakteri olarak devam etmesiyle başladı. Acaba animasyon mu diyerek izlemeye devam ettik. Anlatış şekli ilgi çekiciydi. Sonra insan karakterler çıktı. Asosyal bir masal yazarı kadın, otistik bir abi ve sessiz bir erkek kardeş. It is okay not to be okay. Biraz önce son bölümü izledim ve bitmesini hiç istemedim. Her bölümün başlığı farklı bir masal’ın adı. Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı okuyanlar bilir, yazar bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir sürü masala farklı bakış açısıyla yaklaşır ve dikte edilen doğrularımız için tekrar düşünmemizi sağlar. Bu dizide de böyle bir durum var demiyorum ama her masalı yönetmen kendine göre diziye katmış ve güzel işlemiş. Otistik abiyi oynayan kişiye özellikle bayıldım. Çok güzel bir karakter çıkarmış. En çok hangisini mi beğendim? Assolistler en son çıktığı için en sona en beğendiğimi sakladım. Sanırım bir süre Kore dizisi izlemeyeceğim. Neden diye soracak olursanız, size cevap vermeyeceğim. İngiliz dizisi izlemek istiyorum. Sıcak çayın üzerine biraz da süt içeyim. Bir de Swann’ların Tarafı var bana Kore dizilerine sardım diye trip atan. Biraz da onun gönlünü almalıyım.

En İyi Kore Dizisini İzleyebilmek için için Yanıyor Yanıyor Bu Gönlüm Read More »

Okurluktan Yazarlığa Atılan İlk Adım ve İkinci Adım

Yazarlık dediğime bakmayın, aslında kitap yazmaktan ziyade yazı yazmak anlamında yazar yazarlık kelimesini kullanıyor. Yani ben, yazar. Şimdiye kadar farklı bloglarda yazma denemelerim oldu. Sanırım en yarışmacı ruh haline girdiğim, ekşi sözlük’e yazılar yazıp yazar olarak kabul edilme çabamdı. Ama gördüm ki düzenli, sık ve iyi içerik hazırlamak gerekiyor, belki de önden çalışmak gerekiyor. Bu nedenle bu sevdam kısa sürdü. Tabi 15 sene önceki ekşiden bahsediyorum. Yazı yazan kişi aslında sesini birilerine duyurmak, fiziksel olarak ulaşamasa da iletişim kurmak istiyor. Günümüzde ulaştığı kimselerde yorum olarak ya da mail olarak dönüş yapabilme imkanına sahip olduğu için yazar ve okur arasında güzel bir ilişki başlıyor. Tabiki roller değişiyor; yazar okur, okur da yazar oluyor. Şimdiye kadar yazmadım da bugün bu satırları ele almak için motivasyonum ne mi oldu? Aslında başıma bir olay geldi maceralı bir olay ve yazı yazmak zorunda kaldım. Yazdığım yazıyı kalemini beğendiğim eşime okuttuğumda hoşuna gittiğini söyledi. Merak unsurunun çözülmesi için yazının sonunu beklemenize gerek yok. Maceralı olay şu: Annem ve babam pandemi sürecinin daha başlarında sürekli izledikleri Kim Milyoner Olmak İster yarışmasına benim için başvurması için kardeşimi ikna etmişler ve o da adıma başvuru yapmış. Kanal benden video çekip göndermemi istedi. Youtube ile haşır neşir olmam yüzünden zor bir şey değildi benim için. 98 tekrardan sonra hazır olan videoyu kanala gönderdim. Ertesi gün aradılar ve benden kendimi anlatacağım, başımdan geçen ve seyircilerin ilgisini de çekecek bir yazı göndermemi istediler. Başlarda zorlandım, beğenmedim yazdıklarımı ama bir şekilde motive olup hani su aktığı dere ne kadar tıkanık olursa olsun bir kere akmaya başladığı zaman oyuk açar ve engeli aşındırıp hız kazandırır ya akışına, ben de öyle yazdım da yazdım. Herkes yazı yazmalı mı? Bence herkes yazı yazmalı. Hoşunuza gitmesi ya da gitmemesi önemli değil ama yazan kişi yazdıklarını defalarca tekrar okuyup düzeltmeli, daha uygun kelimeler belki de cümleler kurmalı. Bu o kişinin zihnini de düzenler, sohbetini de düzenler. Biliyorum her yazılan okunmaz zaten herkesle de sohbet edilmez. Ama benim fikrim; eğer herkes yazarsa ya da en azından bu yazdıklarımın ulaştığı kişilerin eli kaleme, klavyeye, daktiloya, duvara(anne babalar bana kızmayın) gidiyorsa biz bizi olumlu etkilemiş ve geliştirmişizdir. Bir gün birileri gelir ve bu karalamalarınızı okur ve yayınlamanızı teşvik eder ve belki de yeni kitaplar almanız için para kazanacak bir ek geliriniz olmuş olur. Baksanıza twitter’da sürekli yazı yazıp, okurların teşvikleriyle kitap yazan yazarlara. Siz yok musunuz siz, bu yazıya başlamadan önce nasıl başlasam, ne yazsam ne anlatsam diye düşünen beni, şimdi nasıl susturabiliriz diye düşünüyorsunuz. Korkulur sizden. Yazacağım yazılar hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Okumayı düşündüğüm, okuyup bitirdiğim ya da devam eden kitaplar hakkında fikirlerimi paylaşacağım. Fotoğraf çekmeyi de seviyorum ve bazı fotoğraflarımı paylaşıp, öyküsünü anlatacağım. Arada da güncel konulardan bahsederim diye tahmin ediyorum. O zaman hadi siz de bugün yazmaya başlayın. Öyle saatlerce de değil. Ayna karşısında geçirdiğiniz zaman kadar, fırından ekmek alıp gelinceye kadar geçen sürede, televizyonda ne izlesem diye kanalları değiştirdiğiniz müddet kadar, Kim bilir bir sene sonra geriye baktığınızda bıraktığınız izler size neler anlatacak. Okuduğunuz için teşekkürler…

Okurluktan Yazarlığa Atılan İlk Adım ve İkinci Adım Read More »